28 Mart 2012 Çarşamba

GENÇ KALEMLER (1911-1912)

 
  “On beş günde bir çıkar … edebî, ilmî mecmua”. 1911’de Manastır’da
çıkarılmağa başlanan, sonradan yayımı Selânik’te sürdürülen
Hüsün ve şiir adlı derginin devamıdır. O derginin adı 9. sayısında
Genç kalemler’e dönüştürüldü ve yayını 1-9 numarası ile ve sayfa
numaraları da 81’den başlatılarak sürdürüldü. Önceleri edebî ağırlıklı
olarak çıkan Genç kalemler; bu değişimden sonra, Ömer Seyfeddin’in
yazdığı “Yeni lisan” yazısı ile “sade Türkçe” akımının öncüsü oldu, Ziya
Gökalp’in yazı ailesine katılması ile de “Türkçü” bir nitelik kazandı.
Nesimî Sarım yönetiminde çıkan dergide, Ziya Gökalp, Ömer Seyfeddin,
Ali Canip (Yöntem) düşünce yazıları, hikâyeleri ve şiirleri ile
etkili olurken, Âkil Koyuncu, Ali Naci (Karacan), Celâl Sahir (Erozan),
Edhem Hidayet, Enis Avni (Aka Gündüz), Faik Ali (Ozansoy), Fazıl
Ahmed
(Aykaç), Hamdullah Suphi (Tanrıöver), Hüseyin Dâniş (Pedram),
Hüseyin Nâmi, Hüseyin Siret (Özsever), Hüseyin Suad (Yalçın),
İsmail Neşat, Kâzım Nâmi (Duru), M. Zühdü, Mustafa Halûk,
Raif Necdet, Süleyman Nazif, Süleyman Nesib, Şahabeddin Süleyman,
Tahsin Nahit
(Duru), Tevfik Fikret, Yûnus Nadi (Abalıoğlu) da
yayınına katkıda bulunanlar arasında idi.

  Genç kalemler’in yayını 4 ciltte tamamlandı.Derginin yeni Türk
harflerine döniştürülmüş basımı Türk Dil Kurumu’ca gerçekleştirildi.

22 Mart 2012 Perşembe

KIRIM


Buna "Yeşil ada" derler, yüce maali Çatırdag,
Bunın bir tarafı çöldir, bir tarafı bagça bag.
 
Kelir suvlar yaylalardan, ne güzeldir boyları,
Altın aşlık tarlaları, kozuları koyları.
 
Öter kuşlar saba-akşam, olur yazda gülistan,
Er ne taraf göz idersen altın aşlık, bag-bostan
 
Pek güzeldir ab-avası, yay ve cay, cay ve yay,
Şeerlernin eskileri - Karasuv, Bagçasaray.
 
Dop-dolu edi halkımızla Yeşil ada bir zaman,
Az degildi yurtumızda Manla-Batır, karaman.
 
Zeval keldi, yurt bozuldu, kaç ve köç aldav ile,
Gitti halklar, keldi yadlar başka al ve dil ile.
 
Unutmanız çocuklarım, Kırım sizin vatandır,
Saip olunuz bu vatana çalışıp edep ile.
 
Buna "Yeşil ada" derler, yüce maali Çatırdag,
     Bunın bir tarafı çöldir, bir tarafı bagça bag

    İSMAİL GASPIRALI

TÜRKLÜK DAİRESİ


  Dil, ırk ve kültür bakımlarından üç Türklük dairesi vardır: Gerek coğrafi vaziyet, gerek nüfus bakımlarından aralarında çok mühim farklar bulunan bu büyük dairelerin birbirleriyle en fazla ihtilat ettikleri saha Türkiye'dir. Türk milliyetinin bundan evvel bahsettiğimiz tek ve müşterek tarifini tavzih için bunları sıra ile gözden geçirmeyi zaruri görüyoruz:
 
  1- (Dil dairesi) : Yeryüzünde Türkçe konuşan insanların hepsi Türk ırkından değildir: Muhtelif ırklarla muhtlif kültür dairelerine mensub oldukları halde sırf dil bakımından Türkleşmiş bazı Şark ve Garb unsurları da bu daireye dahildir; bunların içinde bir çok Mongoloidlerle bir takım İrani unsurlar bulunduğu gibi, son zamanlara kadar gazeteleriyle kitablarını bile Yunan ve Ermeni harfleriyle Türkçe yazan Karamanlı Rumlarla bazı Ermeniler de vardır; bütün bunların ana dilleri Türkçe'dir; hatta ötedenberi Rusya'nın Ekaterinoslav ve Kırım taraflarına yerleşmiş sekiz bin kadar Karamanlı Rum kütlesi hala Türkçe konuştuğu için, anadil istatistiklerinde bunlar da Türk tasnifine girmektedir. Fakat buna mukabil, Türkçe'yi anadillerinin yanında ikinci bir dil olarak konuşan "bilingue=çifte dilli" hristiyan ve Yahudi unsurları pek tabii olarak bu tasnife alınmamaktadır. İşte bundan dolayı dil dairesini bir ırk dairesi gibi görmek ve göstermek katiyyen doğru değildir.

  Yukarıda bahsettiğimiz üç Türklük dairesi içinde nisbeten en sağlam istatistikler işte bu dil dairesine aid olmakla beraber, bunların mühim bir kısmı Rus menbalarıyla resmi vesikalarına istinad ettiği için, şimdiye kadar neşredilen rakamların hakikati tamamiyle ifade etmedikleri ve hatta ekseriyetle birbirini nakzettikleri de unutulmamalıdır: Bu halin en bariz misalini Fransız Türkologlarından Jean Deny'nin Rus müellifleriyle resmi istatistiklerine istinad eden rakamlarında görebiliriz: 1921'de çıkan "Grammaire de la langue turque" ismindeki kıymetli eserinin 7.inci sahifesinde Türk dil dairesinin nüfusunu 1897 Rus tahririne istinaden 29,409,352 gösteren müellif, o tarihten üç sene sonra 1924'te Melillet'nin riyaset ettiği bir ilim heyeti tarafından neşredilen "Les langues du monde"un "Türk dilleri" faslını yazarken gene aynı istatistiklere istinad ettiği halde 30,331,960 rakamını esas ittihaz ederek birincisinden bir milyon kadar farklı bir yekun göstermiş ve bir taraftan da gene aynı eserin 196.cı sahifesinde bu yekunu az görerek bazı şahsi istidlallerine istinaden 39 milyona çıkarmıştır! Fakat bütün bu hesaplarda Anadolu ile Balkan yarımadasında Türkçe konuşanların mecmuu ancak 10 milyondan ibaret gösterilmektedir: Halbuki yalnız şimdiki Türkiye hududları içinde resmen tespit edilen hakiki miktar 30 milyondur; fazla olarak Deny'nin Rus istatistikleri bundan tam yarım asır evveline aid olduğu gibi, kendisinin 1924'te yaptığı 39 milyon hesabından sonra da 23 sene daha geçmiştir; son harbin Türk dil dairesi üzerindeki tesir dereceleri henüüz tamamiyle malum olmamakla beraber, herhalde bugün yeryüzünde Türkçe konuşların yekunu 60 milyondan aşağı olmamak lazım gelir; Lisaniyat haritalarında bu büyük kütle Tuna'dan Baykal havalisine kadar yayılmış gösterilmekte ve Yakut dili de bundan ayrı olarak Siberya'nın şimalişarkisinde geniş bir dil adası şeklini almaktadır.

 2- (Irk dairesi) : Türk ırkı hakkındaki tetkikler henüz kati bir netice vermiş olmaktan çok uzaktır; etnoloji ve antropoloji sahalarında hala bir çok büyük ihtilaflara tesadüf edilir. Bununla beraber üzerlerinde umumiyetle ittifak edilen bazı mühim noktalar da yok değildir: Mesela yukarıda bahsettiğimiz dil dairesinin bir ırk dairesi olmadığından ve Türkler Mongoloidlerin ırk itibariyle birbirinden ayrı olduğunda artık umumiyetle ittifak edilmektedir; onun için lisaniyat sahasında Türk dairesine giren Yakut zümresi, antropoloji sahasında tasnife girmeyerek mongoloid sayılır! Buna mukabil Çin'de, Hindistan'da, Suriye'de, Irak'ta, Balkanlar'da, şimali Afrika'da ve hatta Sumatra'da anadillerini unutmuş bir takım ırk Türkleri vardır; hatta bunların bir çokları antropolojik menşelerini henüz tamamiyle unutmamış vaziyettedir. İşte bundan dolayı ırk dairesi için vazih bir nüfus rakamı göstermek imkanı yoktur. Muhakkak olan nokta, dil dairesinde muhtelif ırklarla kültürler tespit edilmesine mukabil, ırk dairesinde de muhtelif dillerle kültürlere tesadüf edilmesidir: Yalnız bu yabancı unsurlarla kültürler ana kütleye nisbetle mahdud olduğu için, her iki dairenin müşterek hakim unsuru ırk ve dil Türklüğüdür.

 3- (Kültür dairesi) : "Kültür" kelimesinin ilmi manası halk arasındaki umumi manasından büsbütün başkadır; etnograflar arasında "Culture=Kültür" demek, cemiyet hayatının maddi ve manevi tezahürlerinin mecmuu demektir: Adet, anane, itikad, kıyafet, mimari, aile, hukuk, cemiyet teşkilatı, sanat, askerlik vesaire gibi şeylerin mecmuu bir kavmin "kültür"ü sayılır. İşte bu bakımdan dünya bir takım "Cycles culturels=Kültür daireleri"ne ayrılmaktadır: Lisaniyat sahasında "dil" ve antropolojide "ırk" ne ise, etnografyada da "kültür dairesi" işte öyle bir tetkik unsurudur. Her dil bir takım "lehçe"lere veyahud her ırk bir takım "tali ırk"larla "millet"lere ayrıldığı gibi, her "kültür dairesi"de "cultures" ve "facies culturels" isimleriyle bir takım tali ve daha küçük dairesine mensubudur: Fakat bütün göçebe cemiyetler gibi eski Türkler de daha ilk devirlerden itibaren yayıldıkları coğrafi sahalara göre ikinci derecede bir takım küçük kültür daireleri teşkil etmişler ve bilhassa Garba doğru gelip "İslamoide" denilen Müslüman kültür dairesine girdikten sonra eski pastoral ve askeri türelerinin İslam esaslarıyla ihtilalatından dolayı yeni bir muhtelit kültür çevresi kurmuşlardır; Selçuki sultanlarının saraylarında bu kültür ihtilatının bazan tezada benzeyen çok tuhaf tecellilerine bile tesadüf edilir: Mesela İslamiyet'teki içki yasağına rağmen sultanların huzurunda Türk türesince kurulan kımız meclislerine Selçuknamelerde İrani tabiriye "Bezm-i Cem" denilmesi bu kabildendir. Bihassa Oğuz Türklüğünün Anadolu fethinden itibaren Bizansla çok sıkı bir temas halinde bulunması ve pek az sonra ilk Haçlı seferlerinden itibaren de "Occidentaloide" denilen Garb kültür dairesiyle harb ve sulh münasebetlerinin başlaması Türkiye Türklüğünü "Pastoral", "İslamoide" ve "Occidentaloide" kültürlerinin halitasi denilebilecek çok vazih bir tali daire haline getirmiştir: Bu tali dairesinin coğrafi vaziyeti kara kültürüne deniz kültürünün de inzimamını temin etmiş olduğu için, Türkiye Türklüğü ile diğer Türk kolları arasında bu bakımdan da bir fark hasıl olmuş demektir.

  Türk aleminde din kültürü bakımından bile tam bir vahdet yoktur: Bütün Türklerin takriben yüzde doksano müslüma olduğu halde hala Şamani, Budist, Ortodoks, Gregoryen ve Yahudi dinlerinde bir hayli Türk olması tıpkı dil ve ırk dairelerinde olduğu gibi kültür sahasında da nisbi bir manzara ihtilafına sebeb olmaktadır: Fazla olarak bilhassa Osmanlı imparatorluğunun üç kıta üzerinde asırlarca süren hakimiyeti Türkiye kültür daireisni Arap, Balkan ve Kafkas sahalarına da yaymış olduğu için bu tali daireye Türk olmayan unsurlar da muhtelif nisbetlerde girmişler demektir; bütün bu memleketlerde bugün hala Türk kültürünün silinmez damgaları vardır.

  Yukarıdanberi gözden geçirdiğimiz bu üç türlü Türklük dairesinin en bariz hususiyetleri hududlarının ayrılığında ve hiç birinin tek başına bir milliyet mi'yarı ittihazına imkan olmamasında gösterilebilir: Çünkü dil dairesinde muhtelif ırklarla muhtelif kültürlerin ve kültür dairesinde muhtelif dillerle muhtelif ırkların mümessilerini unutmuş ve ecnebi kültür dairelerine girmiş Türk unsurları ihmal edilmeyecek yekunlar teşkil etmektedir: Türk milliyetinin tek ve müşterek bir tarifini yaparken bunların hepsine birden istinad etmek zarureti işte bu karışık vaziyetin pek tabii bir neticesidir. Türk alemi, işte bu üç dairenin her üçüne birden mensub olup hem antropoloji, hem lisaniyat, hem etnoğrafya sahalarındaki Türk tasniflerine girebilen insanlardan mürekkeptir: Umumi ve müşterek bir ideal ancak bunlar arasında kurulabilir.

  Bu büyük Türklük içinde bir de Türkiye Türklüğü vardır: Kültür dairesinin izahında gördüğümüz gibi Türkiye Türklüğü pastoral-islamoid temellere dayana umumi kültür dairesinin içinde hususi bir kültür cephesi "facies" teşkil etmiştir. Tek ve müşterek bir millet tarifi yapılırken dokuz asırlık ayrı bir vatan, bir devlet ve ayrı bir tarih esaslarına istinad eden bu tali dairenin vatan birliği, tabiiyyet birliği ve tarih birliği gibi milli ve mahalli hususiyetlerini ihmal etmek, bütün Türk aleminin merkezi olan en ileri kültür çevresinin müstakil devlet mahiyetini hesaba katmamak demektir: Zaten bu esaslar, ileride teşekkül edebilecek diğer Türk devletleri için de hayat şartları mahiyetindedir. İşte bundan dolayı Türk milliyeti ırk, dil, din, kültür, vatan, tabiiyyet, ideal ve tarih birlikleriyle birbirine bağlo insanlardan mürekkep tabii bir kütle ve daha doğrusu bir tabiat mahsulü demektir: Bu tabii bağlardan herhangi birini veyahut bir ikisini koparan kimse Türklükten ayrılmış olur; mesela din ve tabiiyyet değiştirip protestan mezhebiyle Amerikan tabiiyyetini kabul etmiş bazı ırk ve dil Türklerinin ana milliyetle artık hiç bir alakaları kalmamıştır. Bizim milliyetimizin en büyük ruhi ve manevi kuvveti işte bu hususiyetindedi.

 İsmail Hami DANİŞMEND - Türklük Meseleleri

21 Mart 2012 Çarşamba

Arslanbek Sultanbekov - Dombra (TRT TÜRK)


TÜRK DÜNYASINDA NEVRUZ

TÜRK DÜNYASINDA NEVRUZ
Prof. Dr. Erman Artun


       
Nevruz, Türk dünyasında, ortak kültürel değer olması yönüyle önemli bir yere sahip olup, Türklük dünyasında ve Anadolu’da ortak inanmalarla, ortak heyecanlarla yüzyıllardır Türk kültürüne özgü özelliklerle kutlanılmaktadır. Milletleri meydana getiren temel ögelerden en önemlisi kültür dediğimiz maddi, manevi değerlerdir. Nevruz’un dayandığı kaynakların ve bu kaynaklara bağlı olarak oluşan pratiklerin değerlendirilmesi gerekmektedir.

        En ilkel dönemlerden itibaren insan içinde doğduğu çevre de dahil olmak üzere , varlığın sırrını, oluşumun nedenini aramış, bu nedenle inanca bağlı olarak kutsalın ve büyünün temelleri atılmıştır. Doğayı tam çözemeyen ilkel topluluklar onun gücü karşısında onunla barışık olma gereğini duymuş, doğaüstü güçlerden yararlanma yolları aramış, onları yönlendirmeğe çalışıp yaşadığı zorluklara çözüm aramıştır.

        Tarihin ilk topluluklarından beri ay, mevsim yıl vb. değişiklikler törenlerle kutlanmaktadır. Tehlikeli, anlaşılmaz, ürkütücü doğa karşısındaki güçsüz insan, büyüden büyük destek görüyordu (Fischer 1985:37). Taklit, eylem ve toplu katılma doğaya karşı büyüyle korunmadır (Nutku 1985:171). Bu büyüsel bolluk bereket nitelikli dualar zamanla törene dönüşmüş belli zaman ve kurallara bağlanmıştır. Kültür ögelerinde olan bu arayış ve üretilen düşünceler, inanış ve pratikleri oluşturmuştur.

        Ritüel törenlerinin kökenini avcılık dönemlerine kadar götürebiliriz. Avın verimli geçmesi için büyüden medet uman ilkel insan, avladığı avı gezdirerek avının verimli geçmesini istemiştir. Avcı kültüründen tarım kültürüne geçildiğinde tarımda bolluk, bereket için çeşitli törenler yapılmağa başlanmıştır. Ritüel kökenli törenlerde şenlik, büyü, bereket iç içedir. Her ritüel bir sembolden oluşur. Ritüelin eşya, faaliyet, görüntü, olay, saha ve zaman boyutu vardır. Ritüellerin amacı fiziksel deneyim, bir yandan da toplumsal norma, toplumsal yapının dayandığı prensip ve bir dünya ile öbür dünyanın ilişkisine dayanır (Prosic 1976: 33-50).

        Ritüellerde doğa, totemizm kültü, atalar kültüyle karışır (Cajkonovic 1973:287). Ritüeller doğanın bilinmeyen yönlerini simgeler (Kostic 1972:6-11). Çeşitli kültürlerde mevsim değişiklikleri törenlerle kutlanır. İslamiyet öncesi Türk kültüründe bahar bayramı yapılarak kıştan sonra canlanan doğanın sevinçle karşılandığını ve şenlikler düzenlendiğini biliyoruz.

        Bayramlar, kökenlerini grup hayatından alan kollektif bir olgu olarak takvime bağlı günlerde topluluk tarafından paylaşılan ve grup kimliğinin dışa vurulduğu çok amaçlı veya karmaşık yapılara sahip davranış kalıplarını içeren kültürel formlardır. İslamiyet’e geçip İslam kültürünü kabul edenler, birçok eski inanç, gelenek ve ayinlerini yeni dinlerine sokmayı başarmışlardır (İnan 1954:204). Eskiden yapılan ayin, şenlik ve törenler daha sonra semavi dinlere de girerek yeni bir nitelik kazanmıştır. Ayların, mevsimlerin, yılların düzenli geçişleri bunlara bağlı olarak bitkilerin düzenli olarak yeşermesi ve sararması, törenleri belirli bir takvime bağlamıştır.

        Bütün milletlerin kültürlerinde görülen yeni yıl törenleri, yaşama biçimlerine, coğrafyalarına, ekonomik yapılarına, inanç yapılarına uygun koşullarda, uygun zamanlarda çeşitli pratiklerle kutlanır. İnanca bağlanan yeni yıl törenleri, Asya ve Ön-Asya toplumlarında benzer iklim ve coğrafya şartlarında zaman, ad ve pratik benzerliğiyle kutlanmıştır. Temeli dine dayanan benzer veya aynı ögeler, kültürel bir güç olarak karşımıza çıkar. İnanç, büyü, miti besler. Mitler toplumdaki değerlerin geriye dönük modelleridir (Malinowski 1998:152).

        Uygarlığın beşiği olan Anadolu değişik kült, kültür ve inanç sistemlerinin bir sentezidir. Miras bütün Anadolu’ya aittir. Bu ortak kültür mirası bir mozaik değil, bu kültürlerin alaşımı olan Türkiye kültürüdür. Çeşitli kültürler, Anadolu kültür potasında eriyerek bir bütünü, yani Türkiye kültürünü oluşturmuştur. Her etkin kültür, kendi düşüncesine, kendi tavrına ters düşen durumları ya siler ya da özelliklerini değiştirerek kendi bünyesinde eritir.

        Sosyal değerler, tarihi temelden kopmadan çeşitli kurumlar yoluyla belirgin bir şekilde var olan sosyal hayatımızı belirleyen kültür kalıplarıdır (Aksoy 1987:92). Milletler ya da sosyal gruplar şüphesiz belirli sosyo-kültürel değerlere sahiptir. Bu değerlerin bir bölümü iç dinamiklerinden, bir bölümü de etkileşim halinde bulundukları milletler ya da sosyal gruplardan kaynaklanır(Aksoy 1987:15). Bir kültürle ilgili kültür kalıpları, her şeyden önce o toplumun değer ve normlarının damgasını taşır (Türkdoğan 1989:208).

        Anadolu’da doğanın canlanması için oynanan oyunların tarihleri kesin olmamakla birlikte Şubat, Mayıs ayları arasına rastlar. Şubat sonlarına doğru karlar eriyince dağlarda, kırlarda çiçekler açmağa başlar. Bunlar bir anlamda ilkbaharın habercisidir. Yeni yılın, yeni yaşamın simgeleridir. Kış bitmiş, toprak uyanmağa başlamıştır. Çağlar boyu doğa olaylarını çözemeyen Anadolu insanı diğer kültürlerde olduğu gibi bunları insan üstü varlıklara bağlamıştır (Karadağ 1978:58).

        Takvimin olmadığı dönemlerde insanlar hayatlarını temel uğraşma konularına göre düzenlerlerdi. Bunlar; ekin ekme, bağ bozumu, hasat, koç katımı, baharın gelmesi, tabiatın canlanması vb. gibi olaylardı. (Genç 1995:15). Nevruzun geniş bir coğrafyaya yayılmış olması farklı kültürlerce kabul gördüğünü gösterdiği gibi doğrudan hangi kültürden çıkmış olduğu sorununu da beraberinde getirmektedir. Nevruz şenliklerindeki pek çok motif ortak olmakla birlikte her kültür çevresinde farklılıkların görülmesi de doğaldır ( Turan 1998:90). Nevruz çeşitli efsanelerle örülerek çok değişik biçimler almıştır. Nevruz güneşin koç burcuna girdiği, Tanrının evreni ve insanı yarattığı gün olarak da yorumlanır. İslamiyet öncesi bahar kutlamalarını yapan Türkler bu kutlamaları Nevruz adıyla daha sonra da sürdürmüşlerdir.

        Anadolu dışındaki Türklük Dünyası’nda Nevruz’un Kazakistan’da (İbrayev 1996:189), Kırgızistan’da (Karatayev 1995:229 ), Özbekistan’da (Muratoğlu 1996:281), Azerbaycan’da (Nerimanoğlu 1995:125), Doğu ve Batı Türkistan’da ( Nazar 1996:299), Kırım’da (Özkan 1995:173), Yakutlar’da (Kirişcioğlu 1995:16 ), Balkan Türkleri’nde(Dede 1978:123), Yugoslavya Türkleri’nde (Çay 1991:113-114), Kıbrıs Türkleri’nde (Çay 1991:116) kutlandığını öğreniyoruz. Aynı zamanda Türkiye dışında Azerbaycan, Bulgaristan, Kazakistan, Özbekistan gibi Nevruz geleneğinin yaşandığı coğrafyalarda konuyla ilgili çeşitli çalışmalar yapılıp kitaplar yayınlanmıştır. ( Oğuz 1995: 19)

        Nevruz şenlikleri, geniş bir coğrafyaya yayılmış, çeşitli kültürlerde yer almıştır. Bazı toplumlarda mitolojik kaynağa, bazı toplumlarda dini kaynağa oturtulmağa çalışılmıştır. Eski inanç ve kültler, yaşayan inançlarla kaynaşarak devam eder. Nevruz’da bazı yörelerde yapılan kabir üstü törenlerinde helva ve bazı yiyeceklerin topluca yenilmesinin kökeni atalar kültüne dayanır. Nevruz, sosyal ve fiziki coğrafyadaki egemen kültürün yüklediği anlama göre şekillenmiştir. Dolayısıyla her toplum Nevruzu kendi değerleriyle anlamlandırarak milli kültürlerinin bir sembolü haline getirmiştir. Her sosyal grubun kutlama şekilleri Nevruzun içeriğini farklı belirlemektedir. Kültür ögeleri veya sosyal grupları bir diğerinden ayıran maddi ve manevi ögelere yükledikleri anlamlardır. Yeni bir kültür ögesinin doğuşu daima kendisinden önce varolan bir kültüre bağlıdır (Tural 1996:VI-IX). Sosyal-kültürel değerler tesadüfi olarak değil sosyal hayatın gereksinimi olarak ortaya çıkar. Bu değerler tarihi köklerden günümüze gelinceye kadar bizi yöneten ve kalıcılığını sürdüren birtakım kültür ve anlayış birikimidir (Türkdoğan 1983:161).

        Nevruz, çeşitli toplumlarda kendi kültürünün derinliklerindeki bir olayı kaynak göstererek kültür değerleriyle özdeşleştirip sembolleştirerek bayram niteliğinde kutlanılan gündür. Nevruz, çeşitli kültürel ortamlarda farklı bir içeriğe ve anlama sahip olmuştur. Kültürel yayılma yoluyla çeşitli kültürlere girmiş ve benimsenmiştir (Tezcan 1957).

        Hayvancılıkla, tarımla uğraşan topluluklar için kışın bitip baharın gelmesi yapısal, işlevsel ve yeniden dirilişin sembolleşen başlangıcı olan, gece ve gündüzün eşitlendiği, doğanın uyandığı ve dolayısıyla üremenin başlangıcı olarak kabul edilen 21 Mart tarihi pek çok takvimde ve kültürde yılbaşı olarak kabul edilip kutlanmıştır (Çobanoğlu 2000:34).

        Nevruz, birden çok kültürde aynı ve farklı zamanlarda önem kazanıp, Türk ve komşu kültürlerde kutlanmaktadır. Nevruz’u bilinip kutlandığı geniş coğrafyada simgesel ögeleriyle kavramak, zaman ve mekan içinde toplumların ve kültürlerin ona yükledikleri farklı anlamları kavramayı da kolaylaştıracaktır. Bu yaklaşım Nevruz’un mitos yanı kadar ritüel yanının da ortaya konmasıyla gerçekleşebilir (Kutlu 2000:109). İnsanlığın tarihi kadar eski bir olgu olan ritüeller, kökeninde doğaüstü güçlerin yardımıyla insanın kaynakları üzerinde denetim sağlamaya yönelik çabaların bütünüdür. (Özbudun 1997:20).

        Nevruz; bahar ve bereketi, yeni yıl ve yılın başlangıcını çağrıştırır. Nevruz, Türk kültüründe baharı, yaşama sevincini, su ve kutsal arınmayı, yenilenmeyi, uyanan doğa ile birlikte bolluk-bereketi ve üremeyi simgeleyen anlam ve ögelerle yüklüdür. Geleneksel ve toprağa bağlı her sosyal grubun toprakla ilgili baharı, hasadı ve kışa girişi törenlerle kutladığı şenlikler vardır.

        Nevruzun İslamiyet öncesi, İslamiyet sonrası ve günümüz olmak üzere üç boyutu vardır. İslamiyet öncesi Nevruz’un inanç ve pratiklerini şöylece sıralayabiliriz. Nevruz, hayvancılık ve tarıma dayalı toplumlarda üreme ve üretme işlevlidir. Takvim bilgisine dayalı kutlama tarihi vardır. Nevruz, doğayla barışık olma ve onlardan yararlanma dileğine dayanır. Yaratılış ve türeyişe, yeniden doğuş ve doğanın canlandırma inancına ait inanma ve pratikleri vardır. Nevruz ateşinden atlama, günahlardan arınmadır. Ateş kutsanır, doğanın uyanması ateşle kutlanır. Ateş; evreni canlandıran güneşin dünyadaki uzantısıdır . Nevruz ateşi, ritüelin başlamasında önemlidir. Ateş kültü pek çok uygarlıkta aydınlık, kötülükten arınma, temizleyicilik ve bereket - bolluk sembolüdür. Aynı zamanda yakılan büyük ateş toprağın ısınıp uyanması simgesidir.

        Nevruz, İslamiyet sonrası, eski inanç ve pratikleri taşıyarak devam etmiş, yeni kültürde yeni anlamlar kazanmıştır. Nevruz’a İslami olmayan inanç ve pratiklerle, İslamiyet’in kabulü sonrası Anadolu ve Anadolu dışı Türk dünyasında inanılan dini inanışlar ve menkabelerle kutsal kabul edilip yeni anlamlar yüklenerek İslami kimlik kazandırılmıştır. Bunlardan birkaçını sıralayalım. Allah, yeryüzünü 21 Martta yaratmıştır. Nevruz, Hz. Adem’in çamurdan yoğrulduğu, Adem ve Havva’nın buluştukları, Nuh’un gemisinin karaya vardığı, Yusuf Peygamber’in kuyudan kurtarıldığı, Hz. Musa’nın asasıyla Kızıldeniz’i yardığı gün olarak kabul edilmiştir (Kutlu 1990: ). Nevruz, Hz. Muhammet’in peygamber olduğu gün olarak kabul edilmiştir. İslamiyet öncesi, su kültünün Hızır’a, toprak kültünün İlyas’a yüklenmesi tesadüf değildir.

        Alevi- Bektaşi inanç ve pratiklerinde Nevruz farklı anlamlar kazanmıştır. Birkaç örnek verelim. Nevruz; Hz. Ali’nin doğum günü ve halife olduğu gün, Hz. Ali ile Hz. Fatma’nın evlendikleri gün, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in doğduğu gün, Kerbela olayının olduğu gün olarak kabul edilir (Temren 1995: 152-155).

        İslamiyet sonrası Anadolu ve Türklük dünyasında Nevruz’la ilgili yapılan pratiklerden birkaç örnek verelim. Nevruz günü, Nevruz sofrası kurulur, yedi çeşit “s” harfiyle başlayan yemekler hazırlanır. Nevruz kurbanı kesilir, bereket simgesi kabul edilen Hızır ve İlyas’ın, evleri ziyaret etmesi için kapı önüne un serpilir. Nevruz ateşi yakma, ateşin etrafında dönerek çeşitli oyunları oynama gibi uygulamalar da yapılmaktadır.

        Nevruza çeşitli anlamlar yüklenmesi binlerce yıllık süreçte süreklilik kazanmasına neden olmuştur. Günümüzde ilk çıkışı işlevsel olan Nevruz, doğanın çözülebilmesi oranında işlev değiştirerek güncelleşmeğe başlamış ve şenlik şeklini almıştır.

        Orta Asya’dan gelip Anadolu’yu yurt tutan Türkler, göç yollarında kültürleşme yoluyla kültür alışverişinde bulunarak bunları Anadolu’ya taşımışlardır. Taşınan Orta Asya ve göç yolları kültürü yeni yurt Anadolu kültürü ve İslami kültürle yüzyıllar süren kültürleşme sürecinde yoğrularak günümüz kültürünü oluşturmuştur

        Nevruz, toplumsal yaşamda canlandırıcı etkisinin bulunması, geleneklerin sürmesine aracı olması, törelerin kökleşmesini sağlaması yönüyle işlevseldir. Nevruz geleneğini sürdürenler kültür taşıyıcıları olarak görev yapmaktadırlar. Nevruz, halkın ortak duygu ve düşüncelerini dile getiren, Türk kültürünün korunup yaşatılmasında önemli bir yeri olan mevsimlik törenlerimizdendir.

        Bayramlar fertleri bir araya getirir, onlar arasında toplumsal bağları güçlendirir, ortaklıkları pekiştirir. İslamiyet’in kabulüyle birlikte Nevruz’un coğrafi ve tarihi nedenlerinin yanı sıra geniş halk kitlelerince inanılan ve menkabevi nedenlerle kutsal olarak kabul edildiğini görüyoruz. Nevruz, yeni kültürde kutsanmış, bayram olarak kutlanmıştır. Bayram, bir milletin anlamı üzerinde birleştiği gündür.

        Nevruz, ister ayini, dini ritüele dayansın, isterse din dışı bir ritüele dayansın takvime bağlı bir kültür veya folklor olayı olarak toplumu, belli değerler üzerinde birleştirir. Nevruz, her toplumun kendi kültürünün derinliklerindeki bir olayı kaynak göstererek bayram niteliğinde kutlanır. Nevruz, her toplum veya topluluğun kendi kültür değerleriyle özdeşleştirip, sembolleştirerek kutladığı bir gündür.

KAYNAKÇA

Aksoy (Muammer), 1987, Bir Kültür Kodu Olarak TDAD, Ankara.

Cajkanovic (V), 1973, Mit i Religija, u Srba, Beograd.
Çay (Abdulhaluk M.), 1995, “Ergenekon Destanı ve Nevruz Bayramı, Ankara.
Çobanoğlu (Özkul), 2000, “Türk Dünyası Sosyo-Kültürel Bağlamında Nevruz Bayramının Yapısal ve İşlevsel Bakımlardan Halk Bilimsel Çözümlemesi” Uluslar Arası Nevruz Sempozyumu Bildirileri, HAGEM Yayınları, Ankara.
Dede (Abdürrahim), 1978, Batı Trakya Folkloru, Ankara.
Fischer (Ernest) 1985, Sanatın Gerekliliği, Ankara
Genç(Reşat),1995 ,”Türk Tarihinde ve Kültüründe Nevruz” Türk Kültüründe Nevruz Sempozyumu Bildirileri,Ankara.
İnan (Abdulkadir), 1954, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara.
İbrayev (Şakir), 1996, “Kazak Folklorunda Nevruz” Nevruz ve Renkler, Ankara.
Karadağ(Nurhan), 1978, Köy Seyirlik Oyunları, Ankara.
Karatayev (Olcay), 1995, “Kırgız Tarihi ve Nevruz” Nevruz, Ankara.
Kirişçioğlu(Fatih),1995, “Sahalarda Bahar Bayramı”, Milli Folklor, Ankara.
Kostic (Petar), 1972, Preklo Znacenje Godisnijih, Obicaja, Beograd.
Kutlu (M. Muhtar), 2000, “Anadolu’da Nevruz Kutlamalarının Ritüel Niteliği”, Uluslar Arası Nevruz Sempozyumu Bildirileri, Hagem Yayınları, Ankara
Kutlu (Mustafa), 1990, “Nevruz” Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, c.VII, Dergah Yayınları, İstanbul.
Malinowski (Bronislaw), 1998, İlkel Toplum, İstanbul.
Muratoğlu (Malik),1996, “Nevruz ve Onun Özbek Halk edebiyatında Terennüm Edilişi” Nevruz ve Renkler, Ankara.
Nazar (Khudai), 1996, “Afganistan Türklerinde (Güney Türkistanlılarda) Nevruz Kutlamaları”, Nevruz ve Renkler, Ankara.
Nerimanoğlu (Kamil V. ), 1995, “Nevruz Geleneği ve Azerbaycan, Nevruz”, Nevruz , Ankara
Nutku (Özdemir), 1985, Dünya Tiyatro Tarihi, İstanbul.
Prosic (Mirjana), 1976, Obredna Praska u Srbji, Teorijsko Hipoteticki, Okvir Za Proucavanje Poklada Kao Obreda Prelaza. Etnološke Sveske I, Beograd.
Temren (Belkıs), 1995, “Bektaşi Geleneklerinde Nevruz Kutlamaları: Kırklar Bayramı”, Folklor/ Edebiyat, sayı:3
Tezcan (Mahmut),1997, “Türk Coşkusunun Simgesi Nevruz”, Türk Dünyası, Ankara.
Tural (Sadık K.),1996, “Yeniden Nevruz, Nevruz ve Renkler, Türk Dünyasında Nevruz”, İkinci Uluslar Arası Bilgi Şöleni, Ankara
Turan(Mustafa), 1998,”Tarihi Kaynaklar Işığında Nevruzun Menşei Meselesi”, Milli Folklor, Ankara.
Türkdoğan (Orhan), 1983, Milli Kültür, Modernleşme ve İslam, İstanbul.
Oğuz (M. Öcal), 1995, “Türk Dünyasında Nevruz Kitapları”, Milli Folklor, c.4, S.25,Ankara.
Özbudun (Sibel) 1997, Ayinden Törene: Siyasal İktidarı Kurulma ve Kurumsallaşma Sürecinde Törenlerin İşlevleri, İstanbul..
Özkan (İsa), 1995, “Tatar ve Uygur Türklerinde Nevruz Bayramında Şiir Söyleme Geleneği” Nevruz, Ankara.

GAZİ GİRAY HAN II - GAZEL


Râyete meylederiz kâmet-i dil-cû yerine
Tûğa dil bağlamışız kâkül-i hoş-bû yerine
 
Heves-i tîr ü keman çıkmadı dilden aslâ
Nâveg-î gamze-i dil-dûz ile ebru yerine
 
Süreriz tîğimizin zevk ü safâsın her dem
Sîm-tenlerle olan lezzet-i pehlû yerine
 
Gerden-i tevsen-i zîbâda kutâs-i dil-bend
Bağladı gönlümüzü zülf ile gîsû yerine
 
Severiz esb-i hünermend-i sabâ-reftârı
Bir perî-şekl sanem bir gözü âhû yerine
 
Gönlümüz şâhid-i zîbâ-yı cihâda verdik
Dil-ber-i mâh-rub ü yâr-i perî-rû yerine
 
Seferin cevri çok ümmîd-i vefâ ile velî
Olduk âşüftesi bir şûh-i cefâ-cû yerine
 
Olmuşuz cân ile billâh Gazâyî teşne
Kanını düşmen-i dînin içeriz su yerine

20 Mart 2012 Salı

TARİHİN TERS YÜZÜ

 
  Çok okumuş, hiç yazmamış nüktedan ve zarif bir dostum dün pek meraklı bir bahis açtı: Tarihin birçok büyük vak'alarını tersine çevirip başka türlü neticelenmiş gibi farzederek eğlenceli mantık oyunları yapmaya başladı; mesela Ankara meydan muharebesini Yıldırım kazanmış ve Timur Osmanlı ordusuna esir olmuş farzedip neticelerini araştırmaya koyuldu: En mühim netice olarak da İstanbul'u Yıldırım Bayezid'e fethettirdi: Şarki Anadolu ile Irak'ı Sırbistan'la Macaristan'ı hep ona istila ettirdi: Bu suretle (Yıldırım) Fatih'in, Yavuz'un Kanuni'nin fütuhatından bazılarını ne kadar evvel yapmış oldu! Dostum bunların mutlaka böyle olacağından kat'i suretle emindi. Sonra birinci ve ikinci Viyana seferlerine temas etti ve bunlardan birinin muvaffakiyetle neticelendiğini farzetti: Mesela Merzifonlu Kara Mustafa Paşa ihanete uğramayıp da eski Türklerin (Alaman kızıl elması) dedikleri Viyana'yı fethetmiş olsaydı ne olacaktı? Muhayyilesi çok iyi kullanan zeki dostum Türk ordularını Avusturya'dan İtalya'ya indirdi ve eski Türklerin (Rim-Paza kızıl elması) dedikleri Roma'yı tehdit ettirdi; fakat bu muvaffakiyetlerin Osmanlı inhitatını durdurmuş olamayacağını da ilavede kusur etmedi: Ondan sonra Baltacı Mehmet Paşa'nın Pruth zaferine geçti; Sulhü kabul etmeyip de Rus ordusunu imha ve Koca Petro'yu esir etmiş olsaydı, netice ne olurdu? Dostumun kanaatince Rusya mahvolmazdı ama Rus tehlikesi bir müddet önlenmiş olabilirdi. Derken (Waterloo) dan bahse başladı: Müttefikler kazanmayıp da Napolyon galip gelseydi acaba Avrupa mukadderatı ne şekle girerdi? İngilizlerle müttefikleri mücadeleden vazgeçerler miydi? Bu meselede de kıymetli dostum birçok mantık oyunları yaptı.

  En mühim meseleyi en sona bırakmıştı: Hitler muzaffer olsaydı dünyanın hali nice olurdu? Herşeyden evvel bir kere tek parti ve tek şef sistemi bütün yeryüzüne yayılırdı, bütün devletler ister istemez ırkçı kesilirdi! Tabii o takdirde Halk Partisinin vaziyeti çok sağlamlaşmış olacak ve başka partiler türeyemeyecekti! Yalnız bu partinin kendi saflarındaki muhalifler tasfiye edilecekti: Nüktedan dostumun kanaatince bu tasfiyede ırkçılık prensibinden istifade edilecek, Almanya'dan binlerce kafa ölçüleri getirtilip muhaliflerin başları ölçülerek (brekisefal) olmadıkları sabit olanlar Nazi usulünce kamplara doldurulacaktı! Yalnız Bulgaristan'ın vaziyetinde büyük bir değişiklik olmayacak, bu tuhaf komşumuz bugün Rusya namına yaptığını o gün de Almanya namına yapacak, yani ırkçılık gayretiyle çingene sürülerini bizim topraklara sürmekte gene kusur etmemiş olacaktı!

  Herhalde aziz dostumun bu mantık oyunları pek yabana atılacak şeyler değil.

İsmail Hami DANİŞMEND
29.10.1950, Milliyet


Sovyet iktidarları ve Kumuk Türkleri

Dr. Kamil Güler

Dagıstan\' da KUMUKLARA ilgilı (veya karşı) uygulandıgı Ethnosid ve Tehcir politikalar
Giriş
Bildirimizin konusu - Dagıstan da Sovyet iktidarlarının 1920-1980.yıllarda KUMUKLARA ilgilı uyguladıgı Ethnosıd ve Tehcir politikaları. Tabı ki bildirimizde şimdiki postsovyetik politikalara da deginejegiz. Şunu bellirtmemiz lazim: bu konuda saglıklı ve yeterli incelemeler, ancak Sovyet\'lerin kısa ve uzun dönemli hedefleri dikkate alınarak yapılabilir.
Bolşevik ihtilalından sonraki ilk yıllarda genel kalkınma hedefleriyle, Dagıstan ve Küzey Kafkasy\'daki özel amaçlarını belirlediler. Bunlara ulaşmak için, siğstemli bir şekilde, acımasızca sert tedbiler uyguladılar. Şimdi 21.yüzyılın birinci ceyreginde postsovyetik (Sovyet sonrası) dönemde bu politikaların geride bıraktıkları izlerin, ozellikle de bu gayelerin, degerlendirilmesi gerekmektedir.
1. Kumuk Türkleri Sovyet İktidarların hedeflerinde
Dagıstan\'da Sovyet iktidarının kurulmasıyla birlikte Kumuk Türkleri de diğer Kafkasya halkları gibi Sovyet hükümetinin etnik asıllı politika ve uygulamalarına hedef olmuştu. Bu polıtikaların genel amaçı -eskiden beri Kafkaslarda kendiliginden gelen yani dogal tarihsel bir tirkleşme sireçi engellemek ve Rus Dilinde konuşan Sovyet halkını yaratma (şekillendirme) olmuştu. Avrasyacı rus jeopolitik bilgini Nikolay Trubetskoy bolşeviklerin boyle bir genel amaçlarının bu şekilde dile getiriyordu (rusça alinti yapıyorum):
"Вряд ли в интересах России допускать такую тюркизацию Дагестана. Ведь если весь Дагестан тюркизируется, то получится сплошная масса тюрков от Казани до Анатолии и Северной Персии, что создаст самые благоприятные условия для развития пантуранских идей с сепаратистским, русофобским уклоном. Дагестан должен быть использован как естественный барьер на пути тюркизации этой части Евразии" [13].
(Tercinesı: Dagistanın türkleşmesi Rusiyanın faydasına olamaz. Eger Dagıstan türkleşirse, Kazan dan Anadolu ya ve Küzey İrana dek yayılan bir Türk Eli oluşmak mümkündür. Böyle bir takdırde panturanist ayrılıkçılık ve rusofobi idelların geşmesi için en iyi şartlar dogulabilir. Avrasyanın bu bölgesinde Dagıstanı biz Türklügün aleyhinde dogal engel olarak kullanmak zorundayız).
Bu yüzden de - Nikolay Trubetskoy,un fikrince - Bolşevik Rusıyası Kumuk Türklerin aleyinde yanı onların bu bölgedeki hızla gelişmesi ile hakim unsur olarak yükselmelerin engellemek için Avarlar ile Dargileri, Azeri Türklerin aleyhinde ise,- Lezgileri desteklrmek zorundadır. Demek ki onlara karşı yerel mılliyetçiligi körüklendirmekdir.
Bunu yapmak için de ilk olarak Kuzey Kafkasya,da tarih boyu hakimlik yapan ve Kafkasya milletleri sırasında en gelişmiş Türkleri Türk Dünyasından Tecrid etmek ve tarihler boyu onları barındıran anavatanlarına Türk olmayan daglı (Avar, Dargi, Lak ve saire) kavimleri ve hiristıyan milletleri aşırı ölçüde göç ettirerek, kısa ve uzun dönemli perspektifde Rusların \'etnik kazanlarında\' kaynatarak, yani assimile ederek, rusça konuşan "yeni milleti" dünyaya getirmek gerekirdi [3]. Bunu yapmak için Sovyet iktidarları Kumuk Türkleri,ne akraba olan veya tarihden beri onların etki alanında yaşamış olan küçük etnik azınlıklara millet statüsü kazandırılırken, ülkeye dışarıdan yapılan göç akını da hızlandırıldı. 1926 yılında Rusların Dagıstan,daki nüfusu 66 000 ulaşıyordu. En çok göç alan Kumukistan ovaları, özellikle de Anjikala (Mahaçkale) bölgesiydi. 1926 yılında Mahaçkale,nin nüfusu 32 000\'e ulaşıyorduı. Ruslar şehir nüfusunun % 50 oluşturuyordu. Kumukların oranı ise sadece 7.7 idi. Bunlara Tatarları ve azerbaycanları da eklersek bu rakam 25\' e ulaşmaktaydı. 1939 da ise Ruslar,ın Dagıstandaki nüfusu 195 000 varmıştır Mahaçkale şehirdeki oranı %60-65 çivarında idi. Bu rakamın bu denli kabarması goçler sonuçunda gerçekleşmiştir [12] .
2.Kumuklar\'ın bolşevik ihtilal ve İç savaşlar süreçindeki nüfus kayıpları (1917-1922)
Bu konuyu biz sadece teori-hipotez şeklinde incelemeye deginejegiz, çünkü ona ilgili kaynaklar bugüne kadar gizlidir. İlk once Rusiya ve Dagıstan da 1880-1926, 1939 yıllar arasında yapılan nüfus sayımlara dayanarak bazi fikiler uretebiliriz.
Kumukların nüfusu 1880"de 80.000 olarak tahmin edilmiştir. Aristov bunların 108.320 (1891.de - 108.800) oldugunu yazıyor. N. Marra göre, 1920" da bunları 112.000"ı bulmuşlar idi. J. Deny(Grammaıre de la Langue Turque. Parıs,1921), Kumuklar hakkında eski kaynaklara dayanarak, 83.000 rakamını vermektedir. Ondan 5 yıl sonra, 1926"da yapılan nüfus sayımı Kumukları 97.000 olarak göstermiştir. W. Bartold (Eİ) ayni yıl için 100.000 rakamını zikrediyor.
Kumuk Türklerinin dahil bulundugu Dagıstan Cumhuriyetinin 1920 nüfusu hakkında gösterilen üç ayrı rakam arasındaki büyük fark göz önünde tutulursa, Kumuk nüfusunun da çok noksan kaydedilmiş oldugu kabul edilebilir. Meselen, 1926 sayımına göre, Dagıstanın umumi nüfusu 800.000 (Kumuklar - 97.000) iken, ayni yılda ıntişar eden Dagıstan cografyası (Б.Ф. Дубровин. География ДССР. М. 1926) bu rakamı 197.734 fark ile, 992.734 olarak göstermiştir.
Halbuki N. Samurskiy (Дагестан. Махачкала.1926) ile İ. Traynin (СССР и национальные проблемы. Tula.1926),ye göre, Dagıstanın 1926"daki nüfusu, resmi istatistikin gösterdiginden 460.000 fazla olmak üzere, 1.260 000 idi.
Kumuk Türklerinin dahil bulundugu Dagıstan Cumhuriyetinin 1926 nüfusu hakkında gösterilen üç ayrı rakam arasındaki büyük fark göz önünde tutulursa, Kumuk nüfusunun da çok noksan kaydedilmiş oldugu kabul edilebilir. Bu hesaba göre, Kumukların da nüfusu 1926 yılı için, en az, 150.000 tahmin edilebilir. Meselen, inguşlar ile çeçenlerin bu dönemdeki nüfus artışları yüzde 50 çivarında sayılır.
Tablo 1
Kumuklar,ın Nüfus Dagılımları ve Artışı
(1880 -1926 yıllar)
1880189118971920/192119261880-1926
nüfus artışı
80 000108 00074 595112 000/83 00097000/100 00020 000
Demek ki, Kumuklar 1918-1921. Yıllarda Dagıstanda ve Küzey Kafkasyada meydana gelen iç savaşlarında, onların sonuçunda, tahminlerimize göre, en azından 50 000 kişiyı kaybedenin görüyoruz. Buna ilgili analitik verilere [10, 11] dayanarak şunu da soyut şeklinde söyleye biliriz. 1902 de Kafkasyadaki Terski oblastnın Hasavyurt, yani Kumuk okrugunda hesaba alınmış kumukların rakamı 31 519 [7]. 1926 yılki resmi nüfus sayımına gore ise - 23 220 idi, yani 15 999 kişiye azalmıştı. Ayni negative sonuçu Kumuk Türklerinin digger bölgelerinde de görüyoruz. Meselen, Dagıstan oblastnın Temir-Han-Şura ve Kaytag-Tabasaran okruglarında yaşayan Kumukların rakamı 1897 de 74 596 ulaşmışken,1926 da ise - 68 179 düşmüşdü. Demek ki, 6 417 kişisini yitirmişti
Tablo 2
Kumuk nüfusunun dagılımı
(1926 yıl)
ŞehirlerKişiOkruglarKişi
Boynakski2 703Avar5
Mahaçkale2 445Andi11
Derbent53Açıkulak59
Dag.Ogni55Boynakski33 163
Kızlar470Mahaçkale18 644
Hasav-yurt807Gunib3
  Dargi16
  Derbent2 360
  Kızlar798
  Kaytak-Tabasaran8 769
  Küre3
  Lak4
  Hasav-yurt23 520
Tümü:6 533Tümü:87 957
1926 ile 1929 yıllar arasındaki negatif durumları da ayni gelişmeyi kaydetmektedir. Kumukların rakamı daha da 736 kişiye azalıyor. Bu rakamlara 1930 yıllarda bolşevik rejimi tarafından uygulandıgı geniş şekildeki repressiyaların neticelerin de göz ardı edemeyiz. Meselen, 1926 yılındaki Rusıyada yapılan nüfus sayımına göre Dagıstanda yaşayan Kumukların genel rakamı 100 000\'ü 1929 yılındaki resmi verilere göre ise - 82075 düşmüştü. Bu rakamlardan anlaşıldıgına göre, geçen yıılarında Kumukların nüfus artişı kesilmekte ve onların rakamı 22 416 kişiye azalmaktadır. Şüphesiz ki, böylece yüksek nüfus kayıplar Sovyet İktidarlarları uyguladıgı ethnosit politikalarin bir somut ve vahşi sonuçu oldugunu görmekteyiz. Kumuklarda nüfus artışı ise sadece 1929-1939 yıllarda geçekleşmekte. Onların rakamı bu yılların içinde 114 194 ulaşmakta ve nüfus artışı 32 119 (28,1%) idi. Ama bu rakamlar 1939-1959 yıllar döneminde yine düştügünü gorüyoruz. Yirmi yıllık dönem içinde Kumukların rakamı 20 806 kişiye artıyor, yani nüfus artışı yüzde 15 -16 çivarındadır. Şüphesizdir ki, bu rakamlar Kumukların 2. Dünya savaş sırasında yitirdigi kayıplar gösteriyor. [7,10, 11,14].
3. Sovyet iktidarları\'nın Dagıstan\'da uyguladıgı ethno-kültürel tecrid politikaları
1917. Rus İhtilalı sonrası Dagıstanünın ethno-kültürel yönden gelişmelerinde iki ozel dönemi ayırtma bilirız. İlk dönemi Türklerin rönesans dönemi dıye tanımlamak mümkündür. Bu ilk döneminde 1923\'de Kumuk Turk dili Dagistan\'da devlet dili olarak resmi dil olarak Kabul edilmişti. Yeni devlet okullannin dili Türkçe oldu. Türk Üniversitesi, Türk Kolleji, Türk okulları hayata başlamıştı.Dagistan\'da Yoldaş: Dagistan fukarası, Maarif yolu adlariyla Tükçe (kumukça) gazeteler ve dergiler cikmaya baslamiştı. Dagistan her yönden bir Türk lider ülkesi olmuştur, tanımlanmıştır ve onun çerçevesinde diger Kuzey Kafkasya Cumhuriyetleri de birleşmiştir. Bu egilimleri hesaba alarak unlü professor Bekir Çobanzade, o dönemde Kumuk Tiükçesinin Kuzey Kafkasya\'daki birleştirici rolü hakkinda yazmistir. Professorun fikrince, eger böyle bir gelişmeler uzatılabilseydi Küzey Kafkasya,ya bir parlak gelecegi hazırlayacakti ve bu bölgede tumu Türkçe konuşan yeni bir siyasi millet yaratılmak mümkündu [5]. Ama 20\'lı özellikle de 30\'lu yıllann sonunda Stalin\'in diktatorlügü nedeniyle milli siyaset, toplum hayatı, sosyo-kültürel durumlar degiştirildi ve bundan ewelki ilereyici gelişmeler durduruldu. Demek ki, bu yıllarda ethno-kültürel politikalarının ve gelişmelerinin temelinden degiştirildıgi dönem başlanmıştır.
Sovyet İktidarları Dagıstanda Türk Milli kültürünün temellerini gizli entrikalarla çürüttü. Böylece Kumuklar ve onlarla tarihler boyu karışmış ve akraba olan kavimler Tirkiye"den hem de diger müslüman dünyasının tarihi literatüründen hem de ilmi mirasından tecrid edildiler. Bunu birkaşyolla başardılar: Eski Sovyetler"in güney sınırları boyunca bir demir perde çekerek ve dışarıdakileri yalanlayartak ve seri alfabe degişimlerine giderek.
Önce Küzey Kafkasya Türki (Çagatay) dilinde asırlardır kullanılan standart Arap (Ajam) alfabesinin yerine reforme edilmiş arap-fars alfabesi getirildi. Sonra 1929 da latin alfabesi,1939*40 yıllarında kiril alfabesinin çeşitli formlari kabul edildi. Çeşitli dialektler ve resmi dillerin herbirisinin yazımı için farklı alfabesi kullanıldı. Kiril alfabesinin kabulü iki önemli sonuç yarattı: birincisi, rusçadan ödünç alınan kelimelrle suni olarak dogan bu yeni diller zenginleşerek, türklerün birbirlerinin dillerini anlamaz hale gelmelerine yol açnı. İkinci olarak da, yeni neslin hem Tirkçe alfabesiyle yazılmış çok sayıdaki edebi mirastan mahrüm olmalarına hem de Sovyetler Birligi dışındaki diger müslüman dünyada yazılan eser ve metinleri anlamamalarına, hatta inkar etmelerine ve eski kültürü bilenleri de modası geçmiş fikirlerle dolu kabul etmelerine sebep olmuştur. Bu durum Dagıstanlıları ve tüm müslüman Kafkasyalıları, genel anlamda dünyanın diger kısmından ve özel anlamda da Türk dünyasından fikir ve kültir açısından tecrid edılmelerine yol açtı. Tirk Üniversıtesi, Türk okulları kapatıldı, "Türk" kelimesi bile yasaklandı.Resmi dil olarak yalnız Rus dili kabüllendi.
Şunu söylemek gerekiyor - 1917-1930 yıllar dönemi Dagıstan ile bütün Küzey Kafkasya da Türk İdeya ve İdelların geniş şekilde real hayatta gerçekleştirildigı demek ki bir Tirk Rönesansın dönemi dıye bellirtmek mimkindindir. Bu dönemde yerel Türk-Kumuk yönetiçilerin (onların lideri Celal Korkmas(ov)dı) etkisi çok yüksekti. Ama böylece gelişmeler Bolşevıklerın amaçlarına aykırı çıkıyordu. Bu nedenle erte ne geç Moskova tarafından sert tedbirler alınajagı bellıdı. Celal Korkmas(ov)un 1931 yılında Dagıstandan Moskovaya çekilerek ve ardından da repressıya edilmesinden sonra DSSR\'da yerel Türk-Kumuk yönetiçilerin etkisi zayıflatıldı. Halbuki pantürkizme karşı hareketler başlatıldı yerel Türk-Kumuk yönetiçileri karşı her türlü suni suçlarla represıyalar yapıldı. 1930\'lı yıllarda Türk Kafkası\'nın kimlik ve düşünce yapısına iki darbe indirildi. Bunlardan, millet kimligi olarak Türk adının yasaklanması, digeri ise Rus Kiril alfabesine geçişidir. Türk Türklük terimler birdenbire resmi yazışmalardan ve beyanlardan kaldırıldaı. Meselen, Yerine sosyal taniyonu yükselten ve dagıstan milletler arasında stratejik kaynakların rekabetine yönelen "milliyetçilik" kavramı getirildi. Bu politikaların tesiriyle 1938 de dagıstan türklerine (terkemelerine) eskı Türk adının yerine \'azerbaycanlı\' ismi verildi. Böylece dagıstan türkleri etnik tarihi geçmişinden tecrid edildi. Böylece Kumukların binlerce yıllık Türk kımligine son verilmekteydi. Bunun yerine cografi bir kimlik;Dagıstanlı adı ikame edilmektedi. Türk adınınn ise "feodal, işgalcı ve istilacı" kimligi ifade etmesiydi. Buna uygun olarak Dagıstanı\'nın tarih,kültür,edebiyat6 ve dil anlayışı da degiştiridi. Kumuk Türkleri ise - eski tarihlerinde \'türkleştirilen lezgiler" (N. Marrın deyimiyle) şeklinde tarif edildi. 1920 yıllarında Nikolay Marr tarafından ortaya adılan teze uygun olarak \'dıl bakımdan zorla türkleştirilmiş lezgiler" kimligi aşılanmaya başlandı. Kumuk Türkleri tarihi geçmişinden tecrid etme politikaları başlandi
Sovyetlerle başlayan Türk Kafkas\'nı Türk şuurundan arındırma sıyaseti sadece madde dengelerle degil, soyut düşunce psikolojik yöntemlerle de hayata geçirilmekteydi. Anlaşılacagı gibi 1930\'lı yıllarda Türk Kafkası\'na , Türk Dagıstanı,na yeni bir toplumsal kimlik ve yapı kazandırmak istenmiş ve bunda da büyük olçüde başarılı olumuştur.
4. Sovyet iktidarları\'nın Dagıstan\'da uyguladıgı tehcir politikaları
Sovyet politikalarının en bariz ve başarılılarından biri, sovyet iktidarları\'nın Küzey Kafakasya,Dagıstan\'da uyguladıgı Sürgün ve Tehcir politikalarıdır.
Sovyet hukumeti tarafından mılletlere karşı uygulandıgı bu baskıcı polıtıkalar Dagıstan tarihinin bir Trajedı sahıfası sayılır [6] 15.10. 1941.de Dagıstandan Kazakistana ilk olarak sürgün edılen mıllet bu yerlere 1880. Yıılarda Austriyadan göç ederek yaşamakta olan Alman koloni mensublarıdır (umumi rakamı *7306 kişi). Bunlardan sonra 23.02. 1944de ise bu yıllarda sayısı 40 bine ulaşan Avuklar yani dagıstan Çeçenleri sürgune ugramışlar. Onların ardı ile sürgüne ugramış olan Çeçenlerin anavatanlarına (Dagıstanda ve Çeçen*İnguş Cumhuriyetindeki) daglı kavimlerden Avarlar ve onlara akraba sayılan kavimler (70 bin kişi) Dargiler 10 bin kişi)9 Laklar 7 bın kişi deportation yani şiddete dayalı göç ettirilmiştir. Bazi kaynaklarların melumatlarına göre şubat-nisan döneminde 1944 de böyle bir sürgün cezası Dagıstan,daki Kumuk Türkleri,ne uygulanmak durumda oldugu bellidir. Kumukları bu cezadan Stalin,in Kafkasdaki kommunist arkadaşı Azerbaycan lideri Mir-Cafar Bagirov kurtarmış oldugu söylenir [2]. Kumuk Türkleri bu dönemde sürgünlerden kurtarılmış olsa da, ama Sovyetlerin tehcir politikalarının sonuçunda çok kayıplara ugramışlardır.
İlk olarak Çeçenleri ve İnguşları surgunünden ıkı ay: balkarları ve karaçayları surgunünden bır ay geçtikten sonra, 12 nısan 1944\'de Çeçenlerden, boşalan topraklara Mahaçkale civarındaki köylerde yaşayan Targu Kumuklarının 10 binlik eski Hazar toplulugu (Targu, Kahulay, Albörügent köylerinin ahalisi) kendi topraklarından zorla göç ettirildi. Çeşitli cephelerde savaşan ve savas sırasında oğlunu, eşini kaybedenler, Kızılordu\'nun açtığı ekonomik yardım kampanyasına katılanlar dahil, herkes sıddet tedbırlere tutulmuştur ve goc edilmiştır. Yaşlı, kadın ve çocuk farkı dahi gözetilmeden tüm Targu Kumuklar,ın halkı bır hafta surecin icinde sürgününden önce Cecenler yasadıgı köylere önce askeri araçlara doldurarak götürülmüştu. Kumuklar,ın kendi toprakları ise idari bir kararname uyarınca Gunib ilçesindeki Avarlara, Dargilere, Laklara verildi. Targu Kumukları Çeçenlerin dönmesi üzerine kendi anavatanlarına yerel iktidarlardan izin almadan dönmişlerdir. Bu sebepden olsa mümkündür, 50 yılldır onların kurdugu "Anji" komitesi talep etmiş oldugu anatoprakları her türlü bahanesiyle mülk yesılerine geri verilmemektedir [4]. Halbuki, 1994 de Dagıstan,ın yeni suni demokrasi, gerçekde ise komünist kökenli resmi iktidarlarının kararnamesiyle bunların anavatanlarına sürgün öncesi Çeçenlerin sayılan eski Avyh kasabasında yaşayan Laklar göçürülmek aşamasında. Bu da Dagıstan,da etnık tansiyonu yükseltmekte ve milletler arasındaki çatışmalara yol açmakta.
1957 yılında Çeçen-İnguşların sürgün yerlerinden Kafkasya\'ya dönmeleriyle birlikte Çeçen-İnguş Özerk Cumhuriyetinin yeniden kurulmasıyla, Dağıstan\'a verilen 6 bölge Çeçen-İnguş\'a iade edildi. Bunun üzerine güney Dağıstan\'dan Avarların bir kısmı küzeyde Kumukların anavatanları olan Hasavyurt, Kızılyurt, Babayurt bölgelerine göç ettiler. Bu bölgeye aynı zamanda Dargi köyleri de göç etmişti. Sürgünden dönen Çeçenlerin bir kısmı ile birlikte Lak, Avar ve Dargiler dt ovalık bölgedeki eski Kumuk köylerine yerleştiler. Böylece ovalar önceden tek etnik grup olan Kumukları barındırırken, karışık etnik grupların bir arada yaşadığı yerler halini aldı. Etnik gruplar arasında yayla, su, otlak konularında çıkan anlaşmazlıklar etnik çatışmaya dönüşmeye başladı.
1960\'lı yılların sonunuda Güney Dağıstan\'daki Lezgi, Avar, Dargin, Tabasaran gibi halklara mensup dağ köylüleri Dağıstan ovalarının ekolojik şartları gözardı edilerek Kumuk bölgesine yerleştirildiler. 1970\'li yıllarda dağ köylülerinin ovalarda yerleşimi önceki yıllara göre nispeten düşük ölçüde devam etti. Dağıstan\'da iç göç sebebiyle dağlar ıssızlaşırken ovalarda nüfus aşırı derecede arttı ve etnik gruplar arasında etnik problem ve çatışmalar baş göstermeye başladı.
1958-1988 yılları arasında dağ köylerinden ovalara göç edenlerin sayısının altı kat artması (bazi kaynakların veilerine göre, Kumuklar,ın anavatanlarına göç ettirilrn daglıları sayısı 300 binn aşmaktadır) Kumuk ve Nogay Türklerinin hayat kaynaklarında sıkıntı yarattı. Verimli topraklarda göçmen kasabalarının kurulması bu toprakların verimlilik oranını azalttı [9]
Sistemli bir şekilde devam ettirilen göç hareketleri neticesinde Dağıstanın başkenti Mahaçkala\'da Avarların ve Dargıların çoğunlukta olması cumhuriyetin politik ve ekonomik yönetiminin de bu halkların mensuplarının ellerinde toplanmasına yol açmıştır. Dargı ve Avarların Kumuk arazilerini işgal etmeleri Kumuklarla Avarlar arasında etnik çatışma tehlikesine yol açmıştır. Bu olay aynı zamanda Avarlar ile Dargıların etno-politik birliğinin oluşmasını sağlamıştır. Laklar da bu etno-politik birliğe girmişlerdir. Böylece Avar, Dargı ve Lakların toplumsal ekonomik çıkarlarının birleşmesi ve cumhuriyetin iktidar mekanizmasının bu üç etnik grubun elinde toplanması bu etnopolitik birliğin Dağıstan\'da egemen bir tabaka oluşturmasını sağlamıştır.
Bir zamanlar Kuzey Dağıstan ovalarının ve Hazar denizi kıyılarının hakim etnik grubu olan Kumuklar 1990\'lı yılların başlarında kendi bölgelerinde % 22 oranında bir nüfusa sahip azınlık durumuna düştüler. Sovyetler Birliği döneminde yöneticilerin dağlık bölgelerden büyük ölçüde Avar, Lak ve Dargı nüfusunu Kumuk arazilerine yerleştirmeleri Kuzey Dağıstan\'ın etnik kompozisyonunda geri dönülmez bir karışıklığa yol açmış ve etnik çatışmalara zemin hazırlamıştır [16]. Ekilebilir arazilerinin yarısını kaybeden Kumuklar şehirlere göç etmek zorunda kalmışlardır. Bugün Dağıstan\'ın şehirli nüfusu içinde Kumuklar önemli oranlarda yer almaktadırlar. Kumuklar Dağıstan halkları arasında şehirleşme oranı en yüksek etnik gruplardan biridir. Buna rağmen güçlü bir etnik kimliğe sahiptirler.
Etnik gruplar arasındaki gerilim sebebi ise Sovyetler Birliği döneminde Moskova\'nın Dağıstan\'da uyguladığı yanlış göç ve toprak politikasıdır. Tarih boyunca birlik ve beraberlik içinde oldukları gözlemlenen Dağıstan halkları Sovyetler Birliği\'nin dağılmasıyla birlikte etnik çatışma tehlikesinin içine girmiştir.
Bunun için tesadüfi degildir ki, Kumuklar,ın Tenglik (Eşitlik) hareketi Dağıstan\'da ve Kafkasya\'da önemli bir siyası hareket halini almıştır. Kumukların arazi bütünlüğünün elde edilmesi ve korunması için Tenglik Dağıstanı halkların eşit hukuklu federasyonu biçiminde kurmayı en geçerli çözüm yolu kabul etmektedir [8]. 2000.li yıllardan etibaren hem Dagıstan, hem de Rusiya,da İlim alanında ise en etkili teşkilatlardan "yeni kumuklar,ın" kurdugu Kumuk İlim ve Kültür Kurumu (rusça - KNKO). sayılır Bu teşkilat Kumuklar,da Türk şuurun geliştirmesine, kumukoloji alanında Kumuklar,ın tarihin, dilin, kültürün ve günümüzdeki sorunların araştırmasına büyük bir katkıda bulunmaktadır. Son vakitlerde "genç Kumuklar,ın" kurdugu ve "Dayanışma" dıye adlandırdıgı halkın hakklarını savunan bir diger teşkilat da siyasi sahneye çıkmaktadır.
Kafkasya tarihinde ve kültüründe mühim rol oynamış olan Kumuk Türkleri günümüzde de Dağıstan toplumları arasındaki önemli konumlarını korumaktadırlar. Kumuklar,ın anavatanları ise patlamaya hazir durumdadır
Sonuç olarak şunu da söylemek isterim, Dünya Türklüğünün bir Lider Ülkesi olan Türkiye Cumhuriyeti, Kumuk Türklerinin güven duygusunu daha da artırmaktadır. Eğitim, kültür, sanayi, ekonomi, siyasi ve askeri alanlarda daha da ileriye giderek 21. Yüz yılın hatırı sayılır birkaç dünya ülkesinden biri olması dileğimizi burada tekrar diliyoruz. Kendilerini, iki binli yıllara damgasını vuracak TÜRK DÜNYASININ ayrılmaz parçası olarak gören Kumuk Türkleri, haklı davasında kardeşlik ve dayanışma duyguları içinde her zaman ve her yerde, hangi şartlarda olursa olsun yok olmayacak ve varlığını sürdürecektir".
Son Notlar
[1] Aliyev Kamil, "Kumukların Tarihi ve Günümüzdeki Sorunlan" // Avrasya Etüdleri, II/2, Ankara 1995, s. 69, 70, 71
[2] Aлиев К. Как Багиров заступился за кумыков // газета "Тенглик". 1991. Март. №4(7).
[3] Алиев К. Проблема происхождения кумыков в советской идеологии и историографии // КНКО: Вести. Вып. № 5, 2001, Махачкала.
[4] Алиев Ю. (в соавторстве). Беспамятство смерти подобно. Махачкала.2010.
[5] Dç.Dr.Alıyev K. Türk Dili ve Kültürünün Kafkaslar,daki Rolü // 2.Uluslararası TÜRK KÜLTÜRÜ KURULTAYI. Fethiye. 03*05 aralık 2009. S.33-37.
[6] Ибрагимов М.-Р.А. Депортации населения Дагестана в 1941-1944 гг. // Алиев Ю. (в соавторстве) Беспамятство смерти подобно. Махачкала. 2010. С.5-21.
[7] Кавказский календарь на 1902 г. С.124
[8] Кумыкское народное движение. Материалы и исследования. Сост. комментарии. К.М. Алиев. Махачкала.1996.
[9] Османов А.И. Аграрные преобразования в Дагестане и переселение горцев на равнину (20-70-е годы ХХ в.). Махачкала.2000.
[10] Районированный Дагестан (административно-хозяйственное деление ДССР по новому районированию 1929 г.). Махачкала.1930.
[11] Республика Дагестан. Административное устройство, население, территория (60-е годы XIX в.- 90-е годы XX в.). Махачкала 2001.
[12] Русское население Дагестана . Махачкала, 1996. C. 4-5.
[13] Трубецкой Н.С. О народах Кавказа (1925) // Трубецкой Н.С. Наследие Чингисхана,- М.: Аграф, 2000. С.472-480. 148.
[14] Хашаев Х. М. Общественный строй в Дагестане XIX века. М. 1961.
[15] Prof.Dr. İsmail Mehmetov. Türk Kafkası\'nda Siyaset ve Etnik Yapi. İstanbul. 2009.
[16] Doç. Dr. Ufuk TAVKUL. KUMUK TÜRKLERİ. Tarihleri, Sosyal Yapıları ve Dilleri Üzerine Bir İnceleme // Kırım Dergisi, 13 (50), 2005, 29-39.ss.

17 Mart 2012 Cumartesi

SÜYEMEN

SÜYEMEN
Raşit Aşki Özkırım
Canık betli, az mıyık,
Közcükleri bek kımık,
Manlayı ken, hem çıkık,
Tatarnı bek süyemen.

Ergenekonda bolgan,
Altın Ordu'dan kalgan,
Çiğitlikmen atalğan,
Tatarlığım süyemen.

Doğudan atka mingen,
Güçmen zorluknu yengen,
Cavnı cürekten etken,
Öz tatarnı süyemen.

Boran bolup sel olğan,
Alplerde arslan urğan,
Acunda Han tanılğan,
Tatar seni süyemen.

Öz soyum tatarlığım,
Canım, kanım barlığım,
Kaydasın Erhanlığım,
Men seni bek süyemen.

Kıdırdım colğa tüştüm,
Yurttan yurtka avuştum,
Çok yollardan adaştım,
Öz yurnu bek süyemen.

Azavdan bir cekirdim,
Çonğarda pek sekirdim,
Salğırdan bir suv içtim,
Kırım seni süyemen.

Kerişte saban aydap,
Yalı'da alma saylap,
Çatırğa atım baylap,
Atay yurdum süyemen.

Kefede arba cektim,
Tav otuz sudak kettim,
Yaltağa cuvuk cettim,
Eşsiz yurtum süyemen.

Kezlevğe dertli bardım,
Cıllı balçıkka daldım,
Savlığım andan aldım,
Kırımnı men süyemen.

Bahçesaray, Akmescit,
Bilgi yoluna keçit,
Anda Ar binbir çeşit,
Kırım'nı bek süyemen.

Kay bir yağın anayım,
Kay barlığın sayayım,
Kay süyğümnü aytayım,
Dülber yurtum süyemen.

Kırımnın dört çevresi,
Mavi deniz bekçisi,
Cennetnin bir köşesi,
Tuvğan yerim süyemen.

Körmeğen tuyup süyer,
İçimen canıp küyer,
Körğen köz çaşlar töker,
Yeşil yurtnu süyemen.

Tışta kaldım cılayman,
Yurt yolların sorayman,
Ediğemni karayman,
Kırımnı ah!.. süyemen!

16 Mart 2012 Cuma

SİVAS KONGRESİ DİVAN-I RİYASET KATİBİ İSMAİL HAMİ (DANİŞMEND)

Aşağıdaki bağlantıya dokunarak İsmail Hami Danişmend hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olabilirsiniz ve bağlantıdaki dosyayı bilgisayarınıza indirebilirsiniz.
SİVAS KONGRESİ DİVAN-I RİYASET KATİBİ İSMAİL HAMİ (DANİŞMEND)

15 Mart 2012 Perşembe

SULTAN HAMİD'E GÖRE MEŞRUTİYET VE MİLLET

 
  1908 meşrutiyetinin 42.ci senesi dün doldu: 1922de saltanatın ilgasına kadar 14 sene sürmüş bir kasırga gibi geçen bu ikinci meşrutiyet, idare tarihimizde şeklen büyük bir inkilap olmakla beraber hakikatte padişahın mutlakiyeti yerine (İttihat ve Terakki) cemiyetinin mutlakiyeti ile neticelenmiş, 3 kıt'a üzerindeki muazzam imparatorluk 10 senede elden çıkmış, milli hafızada kan ve matem hatıralarından başka bir şey bırakmamıştır.

  Osmanlı tarihinin bu en feci devri (İttihat ve Terakki) ye mensup bir iki zabitin Rumelide dağa çıkıp komitacılığa kalkışmaları üzerine Sultan Hamid'in meşrutiyeti ilan edivermesiyle başlar. Rusya ve İran gibi komşu devletlerde milli meclisler kurulduğu sırada Osmanlı mutlakiyetinin artık devam edemeyeceğini takdir eden Padişahın Rumeli vukuatından evvel meşrutiyetin ilanına karar verdiği muhakkaktır.

  Hatta, bu maksatla, Avrupa devletlerinin (Kanun-ı Esasi) lerini tercüme ettirmeye başlamış ve bunları tetkik ederek imparatorluğun o zamanki vaziyetine uygun bir kanun-ı esasi tedvin etmeye karar vermiştir. Sultan Hamid'in son mabeyn-başkatibi Tahsin Paşanın 1931de çıkan hatıratının 240.cı sahifesinde bu nokta şöyle anlatılır:
  "...Avrupa Kanun-ı Esasilerinin bir çoklarını getirtmiş, hepsini yanında toplatarak tercemelerini emretmişti. Alman Kanun-ı Esasisini mabeyn mütercimlerinden Veli Bey terceme etmişti."

  Bu Veli Bey Türk değil, çok güzel Türkçe bilen bir Alman müsteşrikidir. ve asıl ismi de "Prof, Boland" dır: Kendisile Berlinde tanıştığım bu nazik ve zarif zat "Veli" ismini Sultan Hamid'in taktığından bahsetmişti. İşte bu Veli Boland Beyin bana anlattığına göre Sultan Hamid'in bütün endişesi, Osmanlı camiasında meşrutiyet ilan edildiği takdirde Türk unsurunun diğer anasır mecmuasına nisbetle ekalliyet kalıp hakim unsur vaziyetini kaybetmek ihtimaliydi. Tahsin Paşa da hatratının aynı sahifesinde bu noktayı padişahın bir gün kendisine söylediği şu sözlerle teyid ediyor:
  "-Bir hükümdar için lazım olan memleketin menfaatidir. Eğer bu menfaat kanun-ı esasinin ilanında ise, o da yapılıyor; fakat iyi tatbik olnuru mu. Türk'ün menfaati mahfuz kalır mı, burasını kestiremiyorum."

  Sultan Hamid'de kuvvetli bir milliyet şuuru bulunduğu muhtelif delillerle sabittir: Mesela Çağatay lüfati müellifi Buharalı Şeyh-Süleyman efendiyi hususi elçilikle Asyaya ve ondan sonra da Peştede toplanan Turancılar kongresine göndermesi Söğüt ve Bilecik havalisindeki Karakeçili aşiretinden bir "Söğütlü maiyyet-Bölüğü" teşkil edip "Öz hemşerilerim" diye hayatının muhafazasını bile bu mızraklı Türkmen süvarilerine tevdi etmesi hep işte o şuurun tezahürleridir. Onun için meşrutiyet meselesinde Türk üstünlüğünü düşünerek endişe duyması pek tabiidir.

  İsmail Hami DANİŞMEND
  24.07.1950, Milliyet

14 Mart 2012 Çarşamba

MİLLİYET OKU

  
  Halk Partisinin mahut (Altı-Ok) unu herkes bilir. Devlet idaresinin ana prensipleri diye parti programından sonra Anayasaya bile geçiriliveren bu mütenakız umdelerin manasını Halk Partisi teşekkülünden sukutuna kadar kavrayamamış ve nihayet kavrayamadan sukut edip gitmiştir! Ciddi bir devlet şuuriyle alakadar olmayan icraatında (Halkçlık) ve (İktisadi Devletçilik) gibi birbirini tutmayan prensiplerinin birer birer iflasından başka bir neticeye varamamış olması işte bundandır: Herhalde bir taraftan halkın ticaret serbestisini (Devletçilik) umdesine istinaden ihlal etmek suretiyle giriştiği ticari ve iktisadi teşebbüslerde mütemadiyen zarar ederk devlet hazinesini ve bir taraftan da ticari rekabet esasını baltalamak suretiyle hayat pahalılığına sebep olarak halkın iktisadi seviyesini sarsıp durmakta ısrar ederken Halkçılıktan bahsetmesi, partinin ismindeki (Halk) kelimesiyle istihza gibi bir garabetten başka bir şey değildir.
 
  Altı okun en tuhaf ve en bedbaht örneklerinden biri de (Milliyetçilik) okunda gösterilebilir: C.H.P. nin bu meşhur umdesinde gösterdiği müthiş şuursuzluk Türklüğün milli bir iman ve idealden mahrum kalmasıyla neticelenmiş ve bilhassa otuz senedir yetişip duran yeni nesiller sırf Altı-Okçuların işte bu unutulmaz şuursuzluğundan dolayı manevi birlikten mahrum kalmıştır.

  Her milletin kendi tarihi bünyesine göre bir milliyet anlayışı vardır: Halk Partisi böyle bir anlayıştan tamamiyle mahrum olduğu için Anayasa'da (Tabiiyet) esasiyle izah ettiği Milliyet prensibini parti programında (Dil,kültür ve ideal), Askeri mekteplerin yıllarca tatbik edilen kabul şartnamelerinde (Irk), Maarifin senelerce lise programlarında meburi tuttuğu mahut tarih kitaplarında (Turancılık) ve nihayet gene ayni Maarifin edebiyat kitaplarında da (Vatan) mefhumiyle izah etmiş ve işte bütün bu resmi, mütenakız ve rengarenk tariflere rağmen partinin muhtelif devlet adamları bazı vesilelerle irad ettikleri heyecanlı nutuklarda Irkçılıkla Turancılığı vatana ihanet gibi gösterirken, kendi askeri dairelerinin (Irk) umdesiyle Maarif kitaplarının (Turanclık) tarifinden tamamiyle bihaber olduklarını veyahut işlerine nasıl gelirse öyle gördüklerini meydana çıkarmıştır!..

  Halk Partisinin otuz senedir milli bir iman ve ideal kuramamış ve nesiller arasında türlü türlü milliyet telakkileri yayılmasına sebep olarak memleketi manevi birlikten mahrum bırakmış olmasının sebebi işte bu şuursuzluktur.

  Unutulmamalıdır ki milli bir ideal birliğinden mahrum kalmış bir memleket, yabancı ideallerin tıpkı idhalat eşyası gibi kolayca girebileceği açık bir saha demektir; Tabii bu halin bütün günahı Halk Partisinin boynundadır.

İsmail Hami DANİŞMEND
03.07.1950, Milliyet

TUVĞAN TİL


Seni men Qırımda, Qazanda taptım,
Cüregim qaynağan, taşqanda taptım...

Cet elde muğayıp, açınıp cürgende,
úmütim, hayalım şay tüşip çürgende,

Moynuna sarıldım dertimni aytıp,
Bir güzel sözünmen özüme qaytıp...

Cırların bolmasa, manen bolmasa,
"Curt" degen sözünmen cürek tolmasa,

Ah, nasıl cürermen ğurbet yaqlarda,
Tanışsınız, bilşsiz yat soqaqlarda?...

Bilmiymen Türükmi, Tatarmı adın,
Bek yaman tatlısın, Tanrıdan tadın,

Türük de, Tatar da senin sözlerin,
İkisi iki çift munlu közlerin...

Viyana ögünde, Qazan içinde
Barabar cırladıq Hindlerde, Çinde...

Anlasın bir seni, duşman da süyer,
Bir canıq sözünmen cüregi iyer...

İsteymen özünni her yaqta körmek,
Her yerde incinden destanlar örmek...

Quşlarga, qaşqırğa üyretsem seni,
Sen bolsan öksüznin könülden süygeni....

Camige, mihrapqa, sarayğa kirsen,
Denizler, çöllernin çetine ersen...

Seninmen düşmanğa yarlıqlar yazsam,
Qaruvlı sözünmen könlüni qazsam...

Qabrimde melekler sorğu sorasa,
Azrail tilimni bin kere torasa,

"Öz tuvğan tilimde ayt mağa!" dermen,
Öz tuvğan tilimde cırlap ölermen...

Gönlümni qağılar kemirip turğanda,
Halqımnı tınışsız yıldızı urğanda,

Tuvğan til, başqası aqlıma kelmiy,
Bir Büyük sırımsın duşmanlar bilmiy...

Bekir Çobanzade
1 Haziran 1918

13 Mart 2012 Salı

YUSUF AKÇURA


Yusuf Akçura 2 Aralık 1876'da doğdu., Türkçülük akımının önde gelen düşünür ve tarihçisidir. Harbiye Mektebi'nde okudu. 1897'de darbe girişimlerine katıldığı için tutuklandı. Taşkışla Divan-ı Harbi kararı ile müebbet kalebentlik cezasına çarptırıldı. Karar sonrasında Padişah fermanı ile Trablusgarp'a sürüldü. İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin 1899'da yaptığı girişimler sonucu Trablusgarp kenti içinde serbest dolaşma izni aldı. Kısa bir süre sonra da Fransa'ya kaçarak, Paris'teki Jön Türkler'e katıldı; burada Siyasal Bilgiler yüksekokuluna devam etti. 1903'te "Osmanlı Devleti Kurumlarının tarihi Üstüne Bir Deneme" adlı teziyle okulu bitirerek Rusya'ya döndü. Kazan'da öğretmenlik yaptı. Bu dönemde Mısır'da çıkan Şüra-yı Ümmet ve Türk gazetelerinde çok sayıda imzasız makalesi yayımlandı. Bunlar içinde, 1904'te Türk Gazetesinde çıkan "Üç Tarz-ı Siyaset" başlıklı dizi makale özel önem taşır. Bu makalede imparatorluğun önündeki seçeneklerin "Osmanlıcılık", "Panislamizm" ve "ırk esasına müstenit Türk Milliyetçiliği" olduğu, bunlardan en uygununun da sonuncusu olduğunu belirtiliyordu. Akçura, II. Meşrutiyet'ten sonra İstanbul'a geldi. Çeşitli okullarda öğretmenlik yaptı. Darülfünun'da ve Mülkiye Mektebinde siyasal tarih dersleri verdi. Türkçülük akımına daha çok düşünce düzeyinde katıldı. Türk Derneği ve Türk Ocağı'nın kurucuları arasında yer aldı. Türk Yurdu'nun başyazarı ve editörü oldu. Akçura, Osmanlı Türkleri ile Osmanlı Devleti dışındaki Türklerin yalnız dil ve tarih alanındaki ortak geçmişlerine dayanarak bir birlik yaratamayacaklarını savundu. Önemli eserleri arasında; "Üç Tarz-ı Siyaset", "Ali Kemal" ve "Ahmed Ferid" beyleri cevaplarıyla birlikte (1907; yb 1976), "Şark Meselesine Dair tarih-i Siyasi Notları"(1920), "Muasır Avrupa'da Siyasi ve İçtimai Fikirler Cereyanlar"(1923), "Siyaset ve İktisat hakkında Birkaç Hitabe ve Makale" (1924), "Osmanlı İmparatorluğunun Dağılma Devri"sayılabilir. Ayrıca Türk Yılı(1928) adlı derlemesi Türkçülük hareketinin kaynaklarını ve gelişimini inceleyen kapsamlı bir çalışmadır. Mevkufiyet hatıraları ise (1914) Rusya'daki etkinlikleri ve tutukluluğu üzerine bilgi verir. Hakkında en önemli yapıt, François Georgeon'un Aux Origines du Nationalisme Turc; Yusuf Akçura (1980) adlı kitabıdır. Yusuf Akçura 12 Mart 1935'de İstanbul'da öldü.
Yusuf Akçura'nın kendi kaleminden çıkan hâl tercümeleri şunlardır:
1 — 1905 de Osmanlı türkçesi ile "'Mevkufiyet Hatıraları" (I. Duma'ya (Parlamentoya) seçilmesini önlemek için bahane ile tevkifi).
2 — 1911 de "Başımdan geçenler" O renburg'da Matbaai Hüseyiniye'de basılmıştır.
3 — "Defter-i A'malim" Harbiyede I. defa tutuklu iken yazılmıştır. Birinci defter çocukluk hatıralarını kapsar. II. defter kaybolmuştur. Rahmetli yazar ve millet hadimi Muharrem Feyzi Tugay, Akçura'nın rahmetli eşi Selma Hanımefendiden I. defteri alarak "Yusuf Akçura'nın Hayatı ve Eserleri" adlı kitabını yayınlamıştır (1937 de hazırlanan eser, Akçura'nın vefatından on yıl sonra 1944 de Zaman Kitabevi tarafından yayınlanmış olup 141 sahifedir).
 4 — Türk Yılı'nda kısa bir hâl tercümesi.
M. F. Togay zikri geçen eserinde Akçura'yı şu cümlelerle tanıtır: "Yusuf Akçurayalnız Türkiye'nin değil, bütün Türk dünyasının malı olmuş bir varlıktır. Dahilde ve hariçte Türklüğü hayatım her zaman tehlikeye koyarak zindan ve mahbeslerin her türlü izdir ap ve işkencelerini göz'önüne alarak son nefesine kadar çalışmış fedakâr bir Türk müverrihi idi".
Y. Akçura, "Şeyhuhet = ihtiyarlık" sayılmayacak, topu altmış yıllık ömründe yalnız Osmanlı İmparatorluğunu değil bütün dünyayı sarsan vak'aların tanığı olmuştur.
1877 (1293) Osmanlı - Rus Harbi,
1897 Yunan Harbi,
1904 Rus -Japon Harbi,
1911 Trablus Harbi,
1912 Balkan Harbi, 1914 - 18 I. Cihan Harbi,
1919 - 21 İstiklâl Harbi, arada isyanlar ve inkılaplar.
Y. Akçura, kendisini Akçura yapan gerçek benliğini bu mücadeleli devirde bulur. O, Türkiye'nin son kale olduğunu ve Türklüğün bir bütün teşkil ettiğine çoktan inanmıştır. Bu yalnız duygusal bir düşünce olmayıp, ilmî kanaat düzeyine ulaşmıştır. O, son nefesine kadar milletinin savunucusu olmuştur.
Eserleri:
Yusuf Akçura'nın makalelerini de içine alan tam bir bibliyografyası henüz yoktur. M. F. Togay'ın da veciz bir şekilde ifade ettiği gibi "Türk Yurdu, Akçura; ve Akçura Türk Yurdu" demektir. Onun "Kazan Muhbiri", Orenburg da çıkan "Vakit", Kırım'da çıkan "Tercüman" gazeleri ile Orenburg "Şura" ilmî dergisi v.b. çıkan makelcleri ile Türkiye'deki, Mısır'daki, Fransa'daki yayınlarının bibliyografyasını, genç kütüphanecilerimiz bir tez olarak hazırlayabilir. Biz burada eserlerinden bir kısmını hatırlatmakla yetineceğiz:
— İlk Büyük Türk Tarihçisi, Kazan'h Sahabettin Mercanî, Musavver Malûmat Gazetesi, 2 Ocak 1897.
 — Osmanlı Saltanatı Müessesatının Tarihine Dair Bir Tecrübe, 1903. Paris Ulûmu Siyasiye Mektebi Doktora Tezi, Fransızca, (Üçüncü mükâfatı kazanan bu eserin medhal kısmı 1914 de Bilgi Dergisi I. ve 2. sayılarında yayımlanmıştır).
— Üç Tarzı Siyaset, Türk Gazetesi, Kahire, 1905. P. Krisal'in 1912 yılı Mayıs 14 de çıkan Fransız Mecmuası "İslâm âlemi" tanıtır.
— Ulûm ve Tarih, Kazan 1906 (Kazan'daki "Medrese-i Muhammediye" de okuttuğu dersler).
— Alimcan-el Barudi Tercüme-i hali (eski harflerle), Kazan, Şeref Matbaası, 1907. 64 sahife.
— Kazan Muhbiri'ndeki Makaleleri, 1908.
— 3 Haziran Vak'ai Müessifesi, Kerimof ve Hasimof Matbaası, Orenburg 1907.
— Defter-i A'mal (Muharrem Feyzi Togay; Yusuf Akçura ve Hayatı, 1944 İstanbul'da elyazmasından aynen yayımlandı).
— (Paris'te Ahmed Rıza Bey tarafından türkçe yayınlanan "Şurayı Ümmet" ve fransızca "Meşveret" gazetelerindeki makaleleri).
— Eski Şurayı Ümmet de çıkan makalelerinden (Eski harflerle), Tanin Matbaası, 17 Ekim 1329 (1913).
— Kader, 9 Mayıs 1902.
— Glohofski'nin Nutku Üzerine Mütalâa, 21 Haziran 1902,
— Bir Tavsiye, 3 Kasım 1902,
— Şark Meşelerine Dair, 7 ve 31 Aralık 1902,
— Nur ve Zulmet, 29 Ocak 1903,
— Rusya İhtilâline Dair,
— Türk, Cermen ve İslav Halkları Arasındaki Tarihî Münasebetler, Kadir Matbaası 1330 (1914).
— Rusya'daki Türk - Tatar Müslümanların şimdiki Vaziyeti ve Emelleri, 1916 Lusanne, İsviçre (Fransızca).
— Muasır Avrupa Siyasî ve İçtimaî Fikirler ve Fikrî Ceryanlar, Büyük Millet Meclisi Hükümeti Maarif Vekâleti Yayınları, 1339 (1923) (İslâv ittihadı pek vakıfane tahlil edilmiştir. Hürriyet, müsavat, ve adalet islâmiyetin esaslarıdır. Sosyalizm de yeni birşey değildir).
— Siyaset ve îktisad, Hilmi Kitabevi, İstanbul 1924, 221 s. (İstiklal Harbine ve kurtuluşa tesadüf eden günlerdeki hitabe ve makaleleri):
Cihan harbine iştirakimiz ve istikbalimiz (nutuk).
İlk Ankara tahassüsatından bir mülakat,
Celâdet gösterdiğimiz,
Vazifemiz ve bir vazifeniz,
İktisadiyat ve fırkalar,
Cihad-ı Ekber'e dair,
Milliyetçilik ve halkçılık,
Türk Milliyetçiliğinin iktisadî menşeleri,
Milliyet ve maişet.
— Türk ve Tatarlar birdir ve medeniyete hizmet etmişlerdir, Altın Armağan I. sayı.
— Türklük, Altın Armağan, Sayı. II.
— Türk Yılı, 1928. (Türkocakları adına neşredilmiştir).
— Tarih Yazmak ve Okutmak Usulleri, I. Tarih Kongresi, 1932.
— Osmanlı İmparatorluğunun Dağılma Devri (Eser 15 Şubat 1934 de yazılıp bastırılmış, bir sene sonra da hayata veda etmiştir. Eserin ikinci baskısı Maarif Vekâletince yapılmıştır). 174 sah. ve resimler, planlar.
— Şark Meselesine Ait Tarihî Notlar, (Erkânı Harbiye Mektebinin ikinci sınıfındaki takrirleri) Erkânı Harbiye Mektebi Külliyatı, No. 12, Kasım - 1936.
* Kaynak: Türk Tarih Kurumu: Kuruluş Amacı ve Çalışmaları / Fahri Çoker.- Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1983.- (Türk Tarih Kurumu Yayınları XVI.Dizi-Sa. 48)